Yuğürt Zuhal Yuğürt!.. Seğirt, Seğirt!
Forrest Camp filmini izleyenlerin belleklerinde bir cümle kalmıştır; “Koş Forrest Koş”.
Forrest, bacaklarını rahat kullanamayan, saf ve hor görülen bir çocuktur. Haylaz çocuklar tarafından sürekli rahatsız edilmektedir. Kız arkadaşı da Forrest’ın bu tacizlerden uzaklaşıp kurtulması için “koş Forrest koş” der. O da sorgulamadan koşmaya başlar. Filmin sonrasında ise; Forrest yıllar içinde koşmaya devam ederken, başından geçen olaylar anlatılmaktadır. İzleyiciler “koş Forrest koş” cümlesini duyunca Forrest’ın koşmaya başlayacağını gayet iyi bilirler.
Peki, ya “Yuğürt Zuhal Yuğürt” deyince kaçımız Zuhal’in bir yerden bir yere çabucak koşması gerektiğini anlar?
Ben anlıyorum, yeğenim anlıyor. Ama Kayserili, Bitlisli anlıyor mu? Hatta ileri gitmeyelim. Amasya’dan büyük şehire taşınmış ailelerin birinci göbek çocukları bu cümleyi biliyor mu?
Üzülmeyin.
Bizim Zuhal de bilmiyordu.
Babası, annesi Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinin yerlisiydi. Babası memur oldu; Diyarbakır’a, Mersin’e, İstanbul’a gittiler. Aile iki yıl bir şehirde iki yıl başka şehirde yaşadı. Derken, Zuhal dünyaya geldi. Memur çocuklarının arasında büyüdü, İstanbul okullarına gitti. Çocukluğu, Bahçelievler sokaklarında oynamakla geçti. Konuşması da şehirli Türkçesi olmuştu.
Yazları Gümüşhacıköy’e giderlerdi.
O yaz da gittiler.
Zuhal mahalledeki çocuklardan farklı konuşuyordu. Mahallelinin tabiriyle; kibar kibar konuşuyordu. Onlara yapmacık geliyordu. Doğal olan kendi konuşma biçimleriydi. Alttan alta da Zuhal’i kıskanıyorlardı. Zuhal onlar için Türk sinemasındaki zengin kız çocuğu Ayşecik’ti. Bir çocuk ona yaklaşıp; “Sen değuşük gonuşuyomuşun, bi gonuşale” bile demişti.
Sözün özü Zuhal’in dıştan algılanışı bu kız İstanbullu idi.
Bir gün Muammer amcası ve ev ahalisiyle birlikte tarlaya gitti. Zuhal’in çalışması sadece merakını tatmin içindi. Ondan iş bekleyen yoktu. Amcası tarlanın bir ucunda, yengesi ve Zuhal diğer ucunda çalışıyordu. Tarla dediysem, ucu bucağı yok zannetmeyin. Küçük bir yer. Amcası bulunduğu yerden bağırdı:
– Yuğürt Zuhal yuğürt!
Zuhal dikildi. Dondu kaldı.
– Ne diyorsun amca?
Amca elini yukardan aşağı sallayarak;
– Yuğürt kızım! Diye çağırdı.
Zuhal etrafına baktı.
– Yenge, hiç bir şey anlamadım, dedi.
Yenge:
– Seğirtsene!
Zuhal iyice afalladı. Bir kelimeyi anlamamışken ikinci bilinmezle karşılaşmıştı.
– Anlamadım?..
Amca:
– Koş Zuhal koş… Dedi.
En sonunda anlamıştı. Koşarak gitti.
Yuğürtemedi.
Seğirtemedi.
Sadece koştu.
Koşmaktan, ancak Forrest’ın anladığı kadar anladı.
Sadece “koş”.
Nereye doğru, nasıl koşacağını bilmeden…
Bilseydi…
Amcasının kullandığı dili; kelimeler ona, ipucunu da verecekti.
Bilmiyordu…
Yuğürt demenin, çabuk hareket etmek, seslenen kişiye doğru yönelerek koşmak;
Seğirt sözünün sıçrayarak, yakın bir yere doğru koşmak, yetişmek olduğunu bilmiyordu…
Zuhal, İstanbul’daki arkadaşlarına benzemek için, aynılaşmak adına, bir durumu en iyi ifade eden kelimelerden yoksun kaldığını anladı.
Herkes güldü.
Zuhal de.
Uyandı.
Amcası ile yeğeni arasında az kalsın kopacak olan dil bağı yeniden oluştu.
O hâlâ düzgün bir Türkçe ile konuşuyor. Üstelik dil dağarcığına “yuğürt”ü de “seğirt”i de ekledi.
Her koşunun koşmak olmadığını kavradı.
Artık “yuğürt Zuhal yuğürt” denilince; “koş Forrest koş” denildiğinde anladığından çok daha fazlasını anlıyor…
Okur Görüşlerine Açık Sayfa