“Eyvah! Yağmur Yağmaya Başladı!”
Küçük civcivi elime almaya çalışırken arkadan tavuk uçarak beni kovalamaya başladı. Oysaki sadece sevecektim, kaçıracağım sandı herhalde. Biraz sakinleştikten sonra yemini veririm o zaman.
Annem ve ablamın uzun zamandır dokudukları halı vardı. Bugün bitirmişler halıyı, babam olsaydı onunla halıyı satmaya giderdik pazara. Ama anneme göre babamın gitmesi gerekmiş çünkü Afganistan’a Ruslar gelmiş, babam onları kovmaya gitmiş. İçerden annem seslendi:
“ Feride, gel kızım buraya! Daha kahvaltını yapmadın.”
Annemin kızmaları fena olurdu. Koşa koşa kümesten çıkıp eve girdim. Annemin bizim için hazırladığı sütlü ekmek vardı. Son zamanlarda hep bunu yemeye başladık. Sanırım babam evde yok diye. Çünkü babamdan başka kimse çarşıya gidip bir şeyler almıyor.
Aceleyle sütlü ekmeğimi yedim ve tekrar kümese koştum. Yemi buldum ve minik civcivlere yemlerini vermeye başladım. Her biri yemi kapmaya çalışırken birden şimşek çaktı ve ardından çok uzaklardan kapkara duman görünmeye başladı. Gözlerimi kısarak daha dikkatli bakmak istemiştim çünkü daha önce bu kadar çok ses çıkaran şimşek görmemiştim. Çok geçmeden ablam koşarak yanıma geldi ve elimi hızla kavrayarak eve doğru koşmaya başladı.
Zaten birkaç gündür böyleydi, hep şimşek çakıyor, çok uzaklara yağmur yağıyor ama buraya hiç yağmıyordu. Demek ki artık buraya da gelmeye başlıyor.
Evimizde yere doğru açılan bir kapı vardı. Annem bizim oraya inmemize pek izin vermezdi çünkü orda bazen bir sürü yiyecek olurdu ve orada neden onlar var hiç anlamazdım. Sonra ablam anlattı meğer o oda çok serinmiş ve yiyecekleri oraya koyduğumuz zaman kötü kokmaz, bozulmazmış.
Evet işte annem hepimizi oraya götürdü, geri dönüp gaz lambası getirdi ve kapıyı üstümüze kapattı. Gaz lambasının etrafında oturduk hepimiz. Henüz bebek olan bir kardeşim var o ablamın kucağında uyuyor, bir kardeşim daha var o da benden iki yaş küçük bazen onunla oyunlar oynuyoruz. Çok havasız ve kapkaranlık olan oda gaz lambasının ışığıyla aydınlanıyordu, gölgelerimiz duvarda kocamandı ve çok komik gözüküyordu.
Kapının açılma sesiyle uyandım. Çok uzun saattir buradaydık ve uyuya kalmışım. Bu soğuk odadan en sonunda çıkabileceğim için çok sevinmiştim ki kapıdan içeri kafamı soktuğum anda keskin bir koku nefes almamı zorlaştırdı.
Hava kararmış ve her yer toz toprak içindeydi. Biz soğuk odadayken annem bizim kıyafetlerimizi toplamış bohça yapmış. Eğilerek hepimize dedi ki:
“Kızlar, şimdi hep birlikte koyun olacağız ve hiç konuşmayacağız. Ben anne koyun olacağım, siz de beni takip edeceksiniz. Ama oyunun en büyük kuralı hiç konuşmamak. Anlaştık mı? “
Ben ve kardeşim bu habere çok sevinmiştik. Annem bizimle çok oyun oynamaz, genelde ev işleriyle meşgul olurdu. Bahçe kapısından çıktığımız zaman aslında bizim gibi komşularımızın da oyun oynadıklarını fark ettim, çünkü hepsi tıpkı bizim gibi koyun olmuş otluklara doğru ilerliyordu.
Artık çok yorulmuştum. Giderek uykum geliyordu. Birden bir şimşek daha çaktı ama bu çok daha yakından gelmişti. Olan tüm uykum açıldı. Annem birden dizini yere vurdu ve kucağındaki kardeşim ağlamaya başladı. Annem oyunu kaybetmişti çünkü ona sus kızım sus demeye başladı. Ama kazanan ben olacağım bu yüzden herkes konuşana kadar konuşmayacağım.
Çok uzun süre yürüdükten sonra artık herkes eğilerek yürümeyi bırakmıştı. Biraz ileride karşımıza bir otobüs çıktı. Anemin peşinden gittik ve o otobüse bindik. Herkes yerleştiği zaman otobüs tozlu yolda hareket etmeye başladı. Uykum geldi ve gözlerimi kapatmadan önce bazı konuşmalar duydum.
“Ruslar pes etmeyecek, bizim köye kadar geldiler.”
“Evleri yağmalıyorlarmış, döndüğümüzde kim bilir evi ne halde bulacağız.”
“Ne olacak bu halimiz, ne zamana kadar kaçacağız biz?”
Tepedeki güneş gözüme vururken, arabanın durmasıyla gözlerimi açtım. Saatler süren yolculuğumuz bitmişti. Herkes teker teker inerken uyuşan bacaklarım yürümemi zorlaştırıyordu. İlk defa betona basan ayaklarımda olan plastik terliklerim betonun sıcaklığından eriyordu. Kafamı kaldırdığımda karşıma bembeyaz, kocaman bahçesi olan bir ev çıktı. Hayretler içinde evi izledim, yemyeşil bahçenin ortasında etrafı kuşlarla çevrili süs havuzu gördüm ve oraya doğru koşmaya başladım.
Bizim evimiz kerpiçtendi, her yaz sonu duvarlarını sağlamlaştırır, kışa hazırlık yapardık. Bizim de bahçemiz vardı ama bu kadar yeşil değildi ya da çok çeşit ağaçlarımız yoktu. Dut ağacımız vardı bazen ağaca çıkar dut toplar daha sonra onları kuruturduk. Kendimize yettiği kadarını alır kalanını satardık.
Burada kalalı çok uzun zaman oldu. Ev sahipleri kaldığımız köyden bazı aileleri evlerinde misafir etmek istemişler. Ev çok güzel, elma ağaçları, kiraz ağaçları var. Ev sahipleri ağaca çıkıp meyve yememize kızmıyorlar, bizi çok seviyorlar. Ben, kardeşlerim, ablam ve diğer ailelerdeki çocuklar hep birlikte bahçede oyunlar oynayabiliyoruz. Evin içi çok geniş ve tavanda dönen pervaneler var. Mutfakları evin içinde. Tıpkı bizim soğuk oda gibi bir dolap var içine çeşit çeşit yiyecek koyabiliyorlar. Salonda kocaman içinden müzik gelen bir alet var. Ama bu ev ne kadar güzel olsa da ben civcivlerimi, annemin odunda pişirdiği yemekleri ve en çok dut ağacımızı özledim.
Artık eve dönme vakti geldi. Kaldığımız ev eski Afgan kralının kızının eviymiş. Bu yüzden bu kadar lüksmüş. Teyzeler buraya saray diyorlar hatta. Teyzelerin bazısı da yanıma gelip başımı okşayıp gidiyordu. Uzaktan birisi geldi, “Senin baban şehit oldu.” dedi. Ben havalara uçtum benim babam şehit olmuş. Artık benim babamın da bir lakabı var. Bütün amcaların lakapları var. Kimisine hacı diyorlar, kimisine ağa diyorlar. Artık benim babama da “Şehit Yusuf” diyecekler. Ablam hiç sevinmemişti. Lakabı beğenmedi galiba.
Uzun süren geri dönüş yolculuğundan sonra köyümüze giriş yaptık. Ama sanki bazı evler eksik duruyor. Kendi evimizin yolunu hatırlayınca eve doğru hızla koştum. Civcivlerimin olduğu kümes artık yoktu. Gözlerim dolmaya başladı. Gözlerimle etrafı hızla taradım. Çok uzaklarda tek başlarına otlayan koyunlar var, bazı yerlerde gezen tavuklar, her yer tamamen dağılmış gibi. Evin kapısının yanında duvara yapışmış bir cam korkuluğu vardı. Hemen ona doğru koştum ve korkuluğun kenarlarından tutup sallanmaya başladım. Çok tuhaf bahçemizin bazı duvarları da yıkılmıştı. Annem gözlerini silerek içeriye girerken hiçbir şey anlamamıştım.
Neyse ki ben bu duruma çabuk alıştım. Bazen toprağı birazcık eşeleyince uçları sivri demir parçaları bulurdum onları taş gibi görüp beş taş oynardım. Her şeyi yavaş yavaş geri toparladık. Yeni kümesimiz oldu. İçinde yeni civcivlerim var artık. Sadece babamı çok özledim.
Annem, babamın artık gelemeyeceğini söyledi. Çünkü şehit demek vatanı ve dini için kendi canını feda etmek demekmiş. Babam canını feda etmiş bu sebeple şehit olmuş ve artık gelemeyecekmiş. Ama annem dua edersek bizi duyacağını söyledi bu yüzden ben bol bol dua ediyorum.
“Eyvah! Yağmur yağmaya başladı! Kızlar çabuk içeri geçin, ıslanmayın orada.” Annemin seslenmesiyle içeri doğru koştum.
Gök gürlemesiyle birlikte birden irkildim. Yağmurun sesi beni küçüklüğüme götürmüş bir an. Bomba seslerini şimşek, gök gürlemesi sanmam, mermi seslerini şiddetli yağmur yağmasına yormam, savaş olduğundan dolayı evimizden kaçmamız… hepsi bir bir gözümün önünde canlandı. Ne kadar zorlu günleri farkında olmadan atlatmışım meğer. Yanımızda olan eve bomba geldiğinden dolayı duvarımıza saplanan korkulukta oyunlar oynamışım. Mermileri beş taş yapmışım. Ömrümde mermi görmedim ki, ismini bile duymadım. Ben küçükken Rus işgali altındaydı. Şimdi ise taliban.
Ne zaman bitecek bu savaş?
Süreyya Çetin
14 Nisan 2023 at 13.44Savaşı, yıkımı, etkilerini anlatan pek çok roman, hikaye okudum beğendim. Ayşegül Hanım’ın yazısında farklı olan bir şey hissettim: Evet hikayeyi anlatan küçük bir çocuk! Civcivi elime aldım, bombaları, gökgürültüsü sandım, koyun oldum, şaşalı eve merakla baktım.Küçük kızın dünyasının içindeydim. Yaşadıklarını onun gözleriyle gördüm. Bu yazıda masumiyetin sözlere kavuşmasını okudum. Beştaş’ın sadece taşlarla oynanacağı günlere….