Pembe İncili Kaftan Öyküsü
Tebriz Sarayı'ndaki serüven, tarihin karanlığına karıştı, sır oldu. Ama eski zengin Muhsin Çelebi; bu kaftan için girdiği borçları verip, çiftliğini, mandırasını, iratlarını rehinden kurtaramadı.
Tebriz Sarayı'ndaki serüven, tarihin karanlığına karıştı, sır oldu. Ama eski zengin Muhsin Çelebi; bu kaftan için girdiği borçları verip, çiftliğini, mandırasını, iratlarını rehinden kurtaramadı.
Onun arkasında bu erkanda gelmiş geçmiş ustalar vardı. Dükkânlarını hâlika ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.
Elçi yine gözleri yerde, geri geri gitti. Ortadaki neferin omzundan topuzu aldı. Bu gayet ağır, altın yaldızlı, sarı parlak kabzalı bir aletti. Yere bakarak yürüyor, gülümsüyordu. Bütün gözler hareketini takip ediyordu. Tahtın önüne geldi. Ansızın…
Yarım saat sonra, sırmalı resmi kavuğunu çıkarıp başına gösterişsiz dua külahını geçirmiş olan ak sakallı Bey, ıssız odasında seccadesinde oturmuş, boynu bükük "Yâsin" okurken, dışarda dokunaklı ve belirsiz bir yağmur serpeliyor; iç avlunun siyah taşlarındaki taze ve sıcak kanlar üstünde, süvariler görünmeyen içtenlik dolu gözyaşları gibi
Türk öykü yazarlarının piri Ömer Seyfettin, içinde bulunduğu çağın tüm olumsuz koşullarına ve onulmaz baskılarına karşın umudun, direncin de önderliğine soyunmuş bir Türk aydını. Yapıtlarını çığır açan, yön çizen doğrultuda yazan Ömer Seyfettin, onlarca öyküyle özgür düşüncenin de bayraktarlığını yapmış.
Koca Ali yine cevap vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldırdığı ağır satırı öyle bir indirdi ki…