Türkistan’dan İstanbul’a
–Bu akşam hep tanıdığım kimselerle karşılaşıyorum. Ne tuhaf? Adın neydi bakayım delikanlı?
-Mirza efendim.
-Ya… Tamam, tamam. Sen Hive Veliahtı Atâcan hanla birlikte İstanbul’a gelip de Şeyh Şamil’in oğlu Gazi Mehmet bey kumandasında teşkil edilen Dağıstan süvari alayına verilmiş değil miydin?
-Evet, öyleydi efendim.
-Öyleydi ya… Sonra Türkistanlı olmak kabahat sayıldı da açığa çıkarıldı idin değil mi?
-Öyle oldu efendim. Yalnız, ta memleketten getirdiğim sevgili atımı sarayın demirbaşına yazılı diye geri vermediler de sanki onun değeri imiş gibi bir mikdar parayı bir kese içinde uzattılar. O para ile satılamaz, satın da alınamaz diye parayı reddettim. Atımın da gözlerinden öperek ağlaya ağlaya oradan ayrıldım.
Yukarıdaki satırlar Vasfi Şensözen tarafından 1973 yılında yazılmış, Türkistan’dan İstanbul’aadlı tarihi romana ait. Bu romanı her şeyden önce o yıllarda konuştuğumuz ve yazdığımız Türkçenin ne kadar güzel ve zengin olduğunu hatırlamanız için okuyunuz, derim. Kitabı ancak sahaflardan edinebilirsiniz, eğer şansınız yaver gider de bulabilirseniz.
Türkçeyi oluşturan ve besleyen medeniyetin sözleriyle yazılmış bir kitabın hiçbir eksiğinin olmadığını, tersine, deyimlerle, tekerlemelerle, kıssadan hisse kabilinden inceden inceye söylenen derin manalı kelimelerle olağanüstü zenginleştiğini görmek için bile bu tarihi romanı okumak gerek.
Performans, plan, proje, data, portre, gramer, medya gibi nereye koysan oraya uyan muğlak anlamlı sözler; brife etmek, sosyal olmak, tivit atmak vizyon sunmak türünden Türkçe fiillere yamanan, Türkçenin içine sokulmak için büyük gayret sarf edilen sömürü dilinin sözlerini ve küresel, işlevsel, evrensel gibi Fransızcadan aparılmış eklerle uydurulan kelimeleri bu güzel eserde görmek mümkün değil.
Anlaşılıyor ki, ya kitabın yazıldığı yıllarda Türkçeyle kavga henüz başlamamış, ya da yazar bu kavgaya itibar etmeden bildiği, duyduğu, konuştuğu Türkçeyi tercih etmiş. Bencileyin iyi de etmiş; bu haliyle kitap, ilginç konusunun yanı sıra diliyle de bize bir yitiğimizi bulmuş hissini yaşatıyor.
İstanbul’da Türk Olmanın Zorluğu
Roman, Yıl:1876 diye başlıyor ve iki kısımdan oluşuyor. Meşrutiyet tartışmalarının yapıldığı ve Ermeni hukukçu Krikor Odyan tarafından yazılmış Kânûn-i Esâsînin kabulü için kümelenen güç odaklarının estirdikleri baskıcı tutumun her yanı sardığı İstanbul’da, Türkistan’dan gelen dilsiz bir genç kadınla, çolak bir yaşlı kadının uğradığı takibat ve zorlu yaşamları ilk kısımda anlatılıyor.
İstanbul’un Türkistan’la yakınlaşmasını istemeyenlerin, buluttan nem kaparcasına her şeye şüpheyle yaklaştıkları ve Türkistan’dan gelenleri adeta düşman ilan ettikleri bir ortamda, devlet idare edenlerin düştükleri utanç verici durumlar, bu kısmın satır aralarını oluşturuyor.
Roman, Türkistan’da Rus istilası sırasında yaşanılan ibretlik hadiseleri Mirza isimli kahramanın yaşadıklarının izleğinde ayrıntılı olarak aktarıyor. Günümüz Türkiye’sinde yaşayanların pek çoğunun masal diyarı zannedecekleri Kaşgar, Dağıstan, Hive, Buhara gibi Türk yurtlarını, oralarda yaşayan Türklerin seciyeleri hakkında pek çok bilgiyi anlatılanların içinde bulmak mümkün:
-Siz nereden gelip, nereye gidiyorsunuz? dedi.
Kadın, hoca efendinin sîmasında görülen özelliğin sebebini araştırırcasına dalgın dalgın baktıktan, biraz da kıyafetini süzdükten sonra:
-Molla efendi, dedi, garibin geldiği, gittiği yeri sormak, onun derdini öğrenmek için olur. Onu ne biz söyleyelim, ne siz dinleyin. Bize söyleyeceğiniz bir şey varsa biz onu dinleyelim.
-Söyleyeceğim şey yine nereden gelip nereye gittiğinize dayanacak. Buraya yeni gelmişe benzersiniz. Bilmem, İstanbul’u gezdiniz mi? Burada çaydan, semaverden anlayan yok. Burada bol bol kahve içerler.
İkinci kısımda ise sır perdeleri birer birer aralanıyor ve dilsiz genç kadınla, yaşlı çolak kadının, Mirza’nın aşkı Şirin’le Şamile Ana olduğu anlaşılıyor.
Vasfi Şensözen’in Çabası
Türkistan’dan İstanbul’a romanının yazarı Vasfi Şensözen hakkında, kitabın girişinde, 1892 doğumlu, Hukuk Fakültesini bitirdiği sırada başlayan Birinci Cihan Harbinde yedek subay olarak Kafkas cephesi, Ermenistan ve İran’daki savaşlarda bulunduğu, işgal yıllarında ise Kuvayı Milliye teşkilatına katıldığı bilgisi verilmiş.
Yazarın hem yaşadığı dönem hem de deneyimleri, romanın sağlam bilgiler üzerine kurgulanmasını sağlamış. Yabancılar eliyle Türklerin yolunun çizilmeye çalışıldığı bir dönemde, Türklerin yaşadıklarını, Türk coğrafyasında yaşanılanları anlatması, bugün bile görmediğimiz bir yaklaşım.
Çıkan yeni kitapların ya batılı şirketlerin ortak olduğu yayınevlerince desteklenen dönüştürme ya da hayali bir Osmanlı yaşamını konu edinen kimliksizleştirme romanları olduğu göz önüne alınırsa 1973 yılında daha kişilikli yazarlarımızın olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Ortadoğu batağı ve batı çıkmazıyla seçeneksiz bırakılmaya çalışılan Türkler için yürümeleri gereken yolların izleri bu kitapta sunuluyor.
Ahmet Kömeçoğlu
Okur Görüşlerine Açık Sayfa