Kutadgu Bilig İncelemesi
Osmanlı Devletinin, işgaller, işbirlikçi isyanlar ve saldırılar etkisiyle yıkılışı, anayurdun parçalanması sonucunu da dayattı. Ancak, Türk Ulusunun ve Türk Devletinin egemenliğini yeniden sağlayan güçlü direnişler ve savaşlar, emperyalizme karşı duran halkın, Türk Bayrağının gölgesinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin esenliğinde bir araya gelmesiyle mutlu sona ulaştı.
Osmanlı Devletinin çöküş yıllarında yaşanan ayrılıkçı savaşlar, Dünya Savaşı ve sonrasında Kurtuluş Savaşıyla on yıllar süren uzun zaman diliminde yok olan devlet ve kamu düzenine ilişkin akla gelen tüm yapılar, kıt kaynaklar, yorgun ve yetersiz insan gücüyle ama görkemli bir özgüvenle yeniden kurulmaya başladı.
Osmanlının çöküş sürecine koşut biçimde, Fransızca, Arapça ve Farsça etkisiyle özellikle güdümlü İstanbul Osmanlılarının Türk ve Türkçe karşıtlığıyla gücünü yitirmeye başlayan Türk dili de bu dirençli çabanın önemli bir kolu oldu. Abece değişikliğiyle görünür olan çalışma, aslında çok köklü ve geniş bir alanda varolan Türkçenin, tüm kaynaklarıyla ortaya konması ve gelişimini sürdürmesinin önündeki engellerin kaldırılması çabasıydı. Dönemin dilbilimcilerden Agop Dilaçar‘ın Kutadgu Bilig İncelemesi de, Türk dil varlığının önemli bir parçası olarak değerini günümüzde de sürdürmektedir.
KUTADGU BİLİG İNCELEMESİ'nden
“Türk yazınının ilk üç çağını üç ayrı dine bağlı olarak buluruz: Kök-Türklerde (552-745) Şamanlık; Uygurlarda (747-840) Buddhacılık; Karahanlılarda (932-1212) da İslâmlık. Bunlardan ikincisi Buddha dininden başka Manlclliğe, Hıristiyanlığa da bağlı bulunduğu ve özel yazıya da sahip olduğu halde, pek yaratıcı olamamış, daha çok çeviricilikle geçinmiş ve “Oğuz Kağan” destanının parçacıklarından başka büyük bir kitap ya da yazar adı bırakmamıştır.
Bu yüzden Türk yazınının İlk üç büyük yazı anıtını Kök-Türklere Karahanlılarda buluyoruz: Orhon Yazıtları, Kutadgu Bilig ve Kitabü Divanı Lûgati’t-Türk; birincisinin yazarı Kök-Türklerden prens YolığTiğln, öbürlerin yazarları Karahanlılardan Balasagun’lu Yusuf’la Kaşgar’lı Mahmut. Tarihleri sırasıyle 732, 1069, 1072.
Bu bir mutluluktur: Başlıklar belli, yazar adları beli, tarihler belli. Üçünün de jübile yılları Türk Dil Kurultayı yıllarına rastlaması da başka bir mutluluk: Orhon Yazıtları’mn 1200.yıldönümü I. Kurultay yılı, 1932’de; Kutadgu Bilig’tn 900. yılı, XII. Kurultay yılı, 1969’da; Kitabü Divanı Lûgati’t-Türk’ün 900. yılı XIII. Kurultay yılı, 1972’de, ki aynı zamanda TDK’nın kuruluşunun 40. yılı olacaktır.
Bir üçüncü mutluluğa da işaret etmem gerekiyor. Türk yazınının bu ilk anıtlarının üçü de Atatürk‘ün işaretiyle Türk Dil Kurumunun çalışma programına alınmış ve yayımları birer birer gerçekleştirilmiştir. Bu arada bu dev yazı anıtlarını işleyip bugünkü dilimize çeviren ve şimdi aramızdan ayrılmış bulunan üç emektar arkadaşımızı da burada rahmetle anmak gerekir: Aynı sıra İle Hüseyin Namık Orkun (1901-1956), Reşit Rahmeti Arat (1900-1964), ve Ahmet Besim Atalay (1882-1965).
1 ağustos 1932’de, yurt dışında iken, İstanbul gazetelerinde “Orhon Yazıtları nın 1200. Yıldönümü” başlığı ile bir yazı dizisi yayımlamakla Atatürk‘ün beğenisini kazandım. Şu anda bu yazımı kitaplığımda, yayımları gerçekleştirilmiş olan bu üç Türkyazı anıtının ve Atatürk’ün gölgesinde yazıyorum. Ömrüm vefa ederse, 1972’de üçüncüsü de böyle olacaktır, inşallah.
…
Kutadgu Bilig bu siyasal yapıtların arasından teokratik bir “siyasetname” olarak belirir. Teokratik olduğu halde “halife” den ve “hilâfet” ten söz edilmemiş, “Yalavaç” ve “Tört Eş” le yetmilmiştir. Yukarda belirtildiği gibi Farabî‘ye ve İbni Sina‘ya göre, “feyz” ve “sudur” yoluyle “nebi” (peygamber), “mütealî bir Vahdet” ve “Akhevvel” saydan Tanrı’dan yeryüzüne inmiş, “vahiy”, “tecelli”ve“ilham” ile Tanrı’ya bağlanmıştır. Farabî’ye göre, “devlet” in başı olan “hükümdar” sanki “yalavaçlık hırkası” nı (hırka-i nübüvvet) giymiş olan bir başkan olarak, ulusunu güden bir üstün kişidir.
Balasagunlu Yusuf da Farabî’nin öğrencisi olduğu için bu alanda başka biçimde düşünemezdi. Düşünüşü bu yolda yürüterek, yani Kutadgu Bilig’deki “ilig” e (bey) yalavaç hırkasını giydirmek, ulusal Müslümanlıktan başka bir şey değildir. Karahanlı Türkleri her şeyden önce ulusçu ve Türkçü olmuşlardır.
Karahanlı bir prens olan Kaşgarlı Mahmut, Kitab-ü Divan-ı Lûgati’t-Türk‘ü Doğu Türkistan’da yazdıktan sonra, Abbasî halifelerin en görkemli bir çağında, Arapçanın da bütün İslâm dünyasının din ve bilim dili saydığı bir sırada, 1072-1074 yıllarında Kaşgar’dan kalkıp, hilâfet merkezine, Bağdat’a gitmiş ve yapıtını halife Ebul Kasım Abdullah‘a sunarak, “Tanrı yeryüzündeki erki Türklere vermiştir, bunların dilini öğrenmekte fayda vardır; bu kitabı Araplara Türkçe öğretmek için yazdım, buyurun” demiştir.
Bu yiğitliği gösteren Karahanlılar, Müslümanlıkta ulusçuluktan başka bir yol izleyemezlerdi. Balasagunlu Yusuf da, Kutadgu Bilig’ini Arapça ya da Farsça değil, Türkçe olarak yazmış ve onu islâmlığa giren Türklere ilk başyapıt (koşuklu 6645 beyt) olarak tarihe geçirmiş ve baş köşeye oturtmuştur.
…
Kutadgu Bilig bizim için gerçekten sonsuz övünülecek, tükenmez bir iç güç kaynağıdır. Balasagunlu Yusuf’un çalışması bize övünmek hakkını kazandırmıştır. O, Türkçü, Türkçeci, islamcı, ülkücü, devletçi, toplumcu büyük bir filozof, ahlâkçı, şair, tarihçi, yasacı, toplumbilimci, budunbdimci ve urukbilimcidir.
Tükenmez bir gömeç olan Kutadgu Bilig’i, bilimsel ve karşılaştırmalı incelemelerle dünya edebiyatı çerçevesi içinde yükseklere çıkarmak başlıca ödevlerimizden biridir. Şekspir’in toplu yazılarının ilk yayımını yapan yayımcı, kitabın başında şöyle demişti: “Onu okuyunuz, okuyunuz, seveceksiniz, ve eğer beğenmezseniz, büyük bir tehlikede bulunduğunuzu bilin.”
Balasagunlu Yusuf‘un ve Kutadgu Bilig‘inin 900. yıldönümü dolayısıyle yayımladığım bu yazımı bitirirken, 900. yılı sonsuz alkış ve övgü ile kutlar, yukardaki sözü de okurlarıma yinelemek isterim.”
Agop Dilaçar
Okur Görüşlerine Açık Sayfa