Dönüş
Cengiz Dağcı, doğduğu, büyüdüğü topraklara yalnızca anıları üzerinden ulaşabilen bir yaşam sürdü.
Türk yurdu Kırım’ın Alman ve Rus faşizmi arasındaki bilek güreşine kurban verildiği yıllarda sürüldüğü yurduna bir daha dönemedi.
Sovyetlerin yıkılışından sonra Kırım’a, anayurtlarına dönen soydaşlarının da arasında yoktu.
Dönüşü, ayrılışı denli acılı ama huzurlu oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin olağanüstü çabasıyla öykülerinde özlemle andığı topraklarda, Kırım’da, Kızıltaş’ta sonsuzluğa uğurlandı.
DÖNÜŞ'ten
“Gurzuf eski bir kasabaydı. Benim büyükbabamdan çok daha yaşlıydı Gurzuf ve Muhammet ümmetinden olan Gurzuflular da Gurzuf gibi eski, sessiz sakin bir hayat yaşıyorlardı. Denizin kıyısında duran Ceneviz kalesi, bayırdaki beyaz caminin göğe yükselen nazlı minaresi, birbirlerine bakarak kurumuş duvar çeşmelerinin yosunlarında saklı Gurzuf’un geçmiş yıllarında oturuyorlar, sonra geri, soğuk ülkelerine dönüp orda Gurzuf’un güzelliğine baladlar yazıyorlardı.
Gurzuf’a hanımlarıyla, çocuklarıyla yabancı dilde konuşan yabancılar da uğruyorlardı, uzakta durarak Gurzuf’un camisine bakıyorlardı, Gurzuf’luların başlarına giydikleri sarıklı feslerine bakıyorlardı, uçkurlu şalvarlarına, kalpaklarına bakıyorlardı, yokuş yollarda garip buldukları küçücük eşeklerini seyrediyorlardı.
Gurzuf’un kıyı bucaklarındaki çamlık ve meşelikler içinde köşkler kurup yaşayanlar da oluyordu ama, Muhammet ümmetinden olan Gurzuflular, Veli‘nin dediği gibi, batıda olup biten bütün inkılaplardan habersiz oldukları gibi, Puşkin‘in adını da bilmiyor, gelip gidenlerle de, Gurzuf’un kıyı bucaklarındaki çamlıklarda köşkler kurup yaşayan yabancı ülkenin insanlarıyla da ilgilenmiyorlardı.
İşte bu eski, müzede saklı gibi köhne bir hayat yaşayan Gurzufluların içinde babam günün birinde milliyetçi oluverir. Ben daha yokum ama, babamın miiliyetçiliği benimle başlıyor ve ben doğmadan önce de bitiyor.
Günün birinde babam sofada doğacağım günü bekleyen anneme doğuracağı çocuk kız doğarsa acının Ayyarık, oğlan doğarsa Taşdemir olacağını söylüyor. Annem bu adları tuhaf buluyor tabii. İlk anda babamın şaka söylediğini sanıyor, ama babamın ciddi konuştuğuna kani olunca eline ayağına sarılıyor, yalvarıp yakararak böyle gülünç adların kendi ailesi için yakışık almayacağını söylüyorsa da babam dinlemiyor. Ancak annemin ve amcalarımın ısrararı üzerine ilk çocuk kız doğarsa adını annemin, ilk çocuktan sonrakilerin adlarını kendisinin seçmesine karar veriyorlar.
Babamın milliyetçiliği sadece daha doğmamış, ama doğacak olan yavrularına ad takmakla kalmış olsaydı bundan kendisine de, anneme de, Muhammet ümmetinden olan ve sakin bir hayat yaşıyan Gurzuflulara da hiç bir türlü ziyan gelmezdi tabii, ama ne yazık ki, babamın milliyetçiliği başdöndürücü bir tezlikle gelişip yayılmağa başlıyor.
Bunun babamın milliyetçiliğiyle bir ilişiği olup olmadığını bilmiyorum, ama bu atılgan ve kavgacı adam sıhhati pek sağlam olmayan, sık sık hastalanan annemi daha evlendiklerinden bir ay sonra evde yapayalnız bırakıp gidiyor, günlerce, bazan da haftalarca evine uğramadığı oluyormuş.
Vaktini nerede ve nasıl geçirdiğini kimse bilmiyordu, ama kendi akranlarıyla Gurzuf’a uğradığı zaman, yaz aylarında aileleriyle gelip çamlıklardaki köşklerinde istirahat eden, yalıda gezinen Rusların yüzlerine karşı Rus Çarının aleyhinde söz söylemeğe kendisinde cesaret buluyor, bu cesaretini Çar’a sövmek derecesine kadar yükseltebiliyordu. Bu marifetlerine rağmen annem, babamı seviyordu ve kendisini kırmamak için, hele ilk kızın adı Gülnara olacağına emin olduktan sonra sofada koltukta oturarak sessizce yavrusunu bekliyordu.
Çar’a karşı söz söylemekle Gurzuf hoca ve imamlarının nazarında babam, milliyetçiliğin sınırlarını çoktan aşmış bulunuyordu. Bunu, bir gün camiye çağırıp kendisine hatırlattıkları zaman babamı daha çok çığırından çıkarıyorlar. O günden sonra, hele Ramazanda güpegündüz ağzında sigara, başı fessiz, kalpaksız caminin önünden geçiyor, kasabaya inip içki içiyor, sonra çarşıdaki Rus polislerine sataşıp hemen her gün yeni ve çirkin hadiseler çıkarıyor.
Ve ben doğmadan tam bir ay önce akşamın hayli ilerlemiş saatlerinde çarşının kenarındaki karakolun yanında çıkardığı kavga, babamın ölümüyle bitiyor. Polisin karnına sapladığı bıçak ve aşağıdaki iskeleye doğru koşarken arkasından sıkılan kurşunlarla babamın bu garip milliyetçifiği de sona eriyor. “
Dönüş, s.35-38
Okur Görüşlerine Açık Sayfa