Dersu Uzala
Türk okurunun ilgisini, Akira Kurosava‘nın muhteşem Dersu Uzala kurmacasıyla çeken yapıt, Vladimir Arseniyev tarafından yazılan gezi bilgilerini ve yazarın anılarını içeriyor.
Vladimir Arsenyev, toprak üstü ve altı doğal yapı barada bilgiler edinmek üzere görevli bulunduğu Vladivostok çevresinde, Dersu Uzala adlı bir “yerli” ile karşılaşır. Orduda görevli Arsenyev, “Medeniyet götürmek” savıyla bölgeye sirayet eden Rus yayılmacılığının öncülerindendir. Ancak karşılaştıkları kişi, onları şaşkına çevirecek ve hayranlıklarını kazanacak denli uygardır aslında.
Rusya’nın Japon Denizine açılan kapısı Vladivostok, ezelden beri Türk soyluların yaşadığı bir bölgedir. Dersu Uzala, bu bölgede günümüzde Ussuri adıyla anılan kente bağlı Kızılyar köyünde yaşayan Türk soylu kişidir. Çevredeki diğer yer yurt adları gibi köyün Türkçe adı değişmeden Rusça yazılışıyla “Красный Яр” olarak kullanılmaktadır.
1849 – 1908 yılları arasında yaşayan Dersu uzala’yı, bir başka Türk soylu, Çuvaş Türkü yazar İlya İvanov şöyle tanıtıyor: “Şunu unutmamalı; Dersu Uzala, Türk soyundaki bir halk oğuludur. Onu Rus ajanı Arsenyev, yol gösterici olarak kullanmıştır. ‘Dersu’ Çuvaş türkçesinde ‘çırsır’ demektir, Türkiye Türkçesinde ‘cesur’. Onun soyadı da Türkçedir. ‘Uzal’, Çuvaş Türkçesinde de ‘Uzal’dır. Ön Çuvaşçada veya ön Türkçede ‘uzal’, ‘arslan’ demektir.”
Uzaktaki Yakınlar
Arsenyev’in anlatımında, Dersu’nun doğayla barışık, yaratılmışlara karşı olan saygılı tutumları barındıran davranışlarını okudukça, kimin kime uygarlık öğrettiği, “medeniyet götürdüğü” tartışılır duruma geliyor. Dersu için doğa tümüyle “adam”dır; kuşlar, ağaçlar, böcekler, hava, su, ateş insandan farksızdır ve Dersu onların dilini çözmüştür. Rusları şaşırtan ve Dersu’ya saygı duymaya zorlayan belki de bu yapıcı dili kullanabilmesi, Yaratan’ın çizdiği sınırlara bağlı kalarak insanca yaşayabilmesidir:
“Atları beslemek gerekiyordu. Adamlar onlarla ilgilenirken, ben de muazzam büyüklükte bir Sibirya sedirinin gölgesine çekilip anında uykuya daldım. Olentyev, iki saat kada sonra uyandırdı beni. Dersu’nun odun kesip barakaya yığmış ve huş ağacı kabuklan toplamış olduğunu fark ettim.
Barakayı yakmak istediği izlenimine kapılmıştım. Onu bu fikirden vazgeçirmeye çalıştım ama Dersu bana cevap vermek yerine bir tutam tuzla, bir avuç pirinç istedi. Bunları ne yapacağını merak ederek, adamlarıma ona istediklerini vermelerini söyledim. Nani, birkaç kibriti dikkatle huş ağacı kabuğuna sararak bir paket yaptı, tuz ve pirinci de ayn paketler olarak sardı. Sonra hepsini barakaya astı, çatıda serili dallan düzeltti ve yola çıkmaya hazır oldu.
“Buraya dönmeyi düşünüyorsun herhalde?” diye sordum.
Dersu başını olumsuz anlamda salladı. O zaman kibritleri, tuzu ve pirinci neden orada bıraktığını sordum.
“Başka adam gelirse,” diye cevap verdi, “baraka, yakacak, kibrit var, yiyecek var. Ölmek yok!”
Şaşkına dönmüştüm. Nani, asla görmeyeceği, odunu kimin kestiğini, yiyeceği kimin bıraktığını asla bilmeyecek bir yabancı için endişeleniyordu. Biz bir kamptan ayrılırken adamlarımın kullanılmış ağaç kabuklarını ve dallarını her zaman yaktıklarını hatırladım. Bunu kötü niyetle yapmıyorlardı elbette, yakmanın zevki hoşlarına gidiyordu, o kadar. Ben de onlara hiçbir zaman engel olmamıştım. Bu vahşi, bizden çok daha insancıl bir adamdı.”
Eski Yurtlar
Türklerin eski yurtlarını ele geçiren yeni sahiplerce anlatılanlar, geziye ilişkin bilgileri, yer yurt adlarını ve oralarda yaşayan halkları da istedikleri gibi anmalarına olanak sağlamış. Böylece betik, Türk okuru için Kaf Dağının ardındaki bir yerleri ve oralarda yaşayan yabancıları konu edinen yabancı bir yapıt gibi algılanmasına zemin hazırlamış. Nagi diye uyruğu, Dersu diye adı anılan öykü kahramanının Türklerin ta kendisi olduğunu anlamak yine Türk okurun kavrama çabasına kalmış…
Okur Görüşlerine Açık Sayfa