Değirmen
Türk öykücülüğünün yapı taşlarından biri olan Reşat Nuri Güntekin, kimileri dönemin yabancı yazarlarından esinlenerek oluşmuş, kimileri özgün yaratımların ürünü olan öykülerinin yanı sıra, çevirileri ve oyunlarıyla da Türk yazınına önemli kalıtlar bıraktı.
Değirmen adlı kısa romanı, 1889-1956 yılları arasında ömür sürmüş yazarın, Çalıkuşu, Dudakten Kalbe, Akşam Güneşi, Acımak, Damga, Kızılcık Dalları, Eski Hastalık, Miskinler Tekkesi, Anadolu Notları, Ateş Gecesi, Bir Kadın Düşmanı, Gökyüzü, Yaprak Dökümü, Yeşil Gece, Olağan İşler, Gizli El, Harabelerin Çiçeği, Sönmüş Yıldızlar, Tanrı Misafiri, Kan Davası, Kavak Yelleri, Leyla ile Mecnun, Son Sığınak adlı betiklerinden biri.
Reşat Nuri Güntekin öyküleri, sinema ve televizyon için elverişli yapıtlar olarak, yönetmenlerin ilgisini çekmiş, Yaprak Dökümü, Acımak, Leyla ile Mecnun, Çalıkuşu gibi, ilk kez 1944 yılında yayımlanan Değirmen de, yazarın, sinema ve televizyona uyarlanan yapıtlarından biri olmuştur.
DEĞİRMEN'den
“Bulgar kızı!.. Bu da ayrı bir mesele idi.
«Sarıpınar» ın dağ köylerinden birinde Çerkez Murat diye bir at hırsızı yaşardı. Birinci Yunan muharebesi zamanlarında bu serseri birkaç sene ortadan kaybolmuş, sonra günün birinde yanında Kızanlıklı bir Bulgar kadını ve iki üç yaşında bir kız çocuğu ile tekrar çıkagelmişti. Bulgar kızı işte o iki üç yaşındaki kız çocuğuydu.
Anası Çerkez Murat’la evlenirken güya müslüman olmuştu. Çarşafla geziyor, namaz kılıyor ve Naciye diye çağırdığı kızına namaz sureleri belletiyordu.
Eski at hırsızı birkaç sene at alıp satarak namusu ile yaşamaya savaşmış, söktüremeyince tütün kaçakçılığına başlamış, nihayet kolcular bir yerde sıkıştırıp alnına kurşunu veriştirdikleri gibi…
Su testisinin su yolunda kırılmasından sonra kaza merkezinde bekâr çamaşırı yıkamakla yaşıyan anası da birkaç yıl sonra gözlerini kapayınca Naciye büsbütün sokakta kalmış…
O vakit on on iki yaşlarında arsız bir kız çocuğu imiş. Erkek çocuklarla beraber bahçelerden yemiş ve zerzevat çalarak sokaklarda satıyor, düğün evlerinde oynuyor, nerede yatıp kalktığı belli olmuyormuş.
Derken günün birinde Kızanlıktaki dayılarından hükümete bir mektup gelmiş. Bunlar yeğenlerinin kendilerine gönderilmesini istiyorlarmış; yeğenlerinin (yani bir müslüman kızının) kendilerine (yani Bulgaristana) gönderilmesini… Yağma mı var?
Bu haber duyulunca kasabada bir fırtınadır kopmuş: Sarıpınar kazası parmak kadar çocuğa bakmaktan âciz mi? Her müslüman yılda bir yumurta ile yarım somun verse kasabada bir değil, on Naciye geçinir.
Nazariye güzel! Fakat ne çare ki, tatbiki mümkün olmamış ve kız evlâtlık olarak alındığı bir evde on dört yaşını bitirmeden bir kazaya uğramış…”
Okur Görüşlerine Açık Sayfa