Fahrenhayt 451: Kitaplar Yanar
Hayır, hiçbir şey konuşmuyorlar. Çoğunlukla, arabaların, elbiselerin ve yüzme havuzlarının isimlerini sayıyorlar ve ne kadar harika olduklarını söylüyorlar. Hiç kimse diğerlerinden farklı bir şey söylemiyor
Hayır, hiçbir şey konuşmuyorlar. Çoğunlukla, arabaların, elbiselerin ve yüzme havuzlarının isimlerini sayıyorlar ve ne kadar harika olduklarını söylüyorlar. Hiç kimse diğerlerinden farklı bir şey söylemiyor
Öykülerinde, dünyaya gözlerini açtığı Kilis ve yaşama gözlerini yumduğu Kahramanmaraş çevresiyle insanları geniş yer tutar. Denilebilir ki, Şevket Bulut için Kilis ve Kahramanmaraş, onun yazarlığını tamam eden bir bütünün iki yarısı gibidir.
İkinci Dünya Savaşının gazaplı günlerinde, yaşanan acıların, çekilen çilelerin ve dayanılmaz özlemlerin bulut bulut her yana yayıldığı, her gönülü yaktığı zulmet havasında, onca kötülüğe karşın iyiye tutunma çabalarını unutturmayan bir öykü.
Kadın, adamı bir tarafa itip elinden kurtulmak istiyor, fakat adam buna izin vermiyor, onu tekrar geri çekiyordu. Cesetlerin ortasında bir süre böyle itişip kakıştılar. Fakat kimin kazanacağı baştan belliydi. Uşak, kolunu kıvırarak kadını yere düşürdü. Tavuk bacağı gibi incecik, bir deri bir kemikti bu kol…
Bulgar soykırımından kaçan sivil Türklerin, yurtlarından koparılışı, Nazlı ve Emin adlı iki gencin birbirinden koparılışıyla özdeşleşen bir izleğe oturtuluyor.
Onun arkasında bu erkanda gelmiş geçmiş ustalar vardı. Dükkânlarını hâlika ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.
“Çocukların terbiyesi!” diye düşünmek istedi. Fakat şu dakikada bu mesele ona hiç de ciddi görünmüyordu. Belki de Seher’in telaşı sadece sayfa doldurmak içindi.
Şimdi, malını düşmanlarının gözü önünde rezil rüsva bıraksın, on iki yıl düşmanlarının yüzünü mü güldürsün? Ya Osman’la Bahar, kendisini ele verirlerse? Bahar, hakime Osman yanımdan kalktı, çifteyi aldı derse?..
Sayıları fazla olmasa da bir mahalle onların adıyla anılıyordu Maraş'ta. Nereden geldiniz diye soranlara; “Maraşın him taşını biz diktik” derdi Abdal Halil Ağa.
Türk okurları, yirminci yüzyılın başlarında verdiği yapıtlarla aşina olduğu Norveçli yazar Knut Hamsun’dan bu yana, gelişen iletişim yollarının da etkisiyle pek çok İskandinav yazarın yapıtlarını okuma şansını buldu.