Karakolluk Bir Öykü Kan Damlası
Yorganın çeneye gelen tarafı biraz açılıp da ölünün kanlı ve korkunç bir yara ile delinmiş gırtlağı görünmeseydi, uyuyor zannedilebilirdi.
Yorganın çeneye gelen tarafı biraz açılıp da ölünün kanlı ve korkunç bir yara ile delinmiş gırtlağı görünmeseydi, uyuyor zannedilebilirdi.
Tebriz Sarayı'ndaki serüven, tarihin karanlığına karıştı, sır oldu. Ama eski zengin Muhsin Çelebi; bu kaftan için girdiği borçları verip, çiftliğini, mandırasını, iratlarını rehinden kurtaramadı.
Bir zamanların genç, dinç, acar Neveser’i, bir zamanlar dilimli tentesini öylesine bir sevinçle çırpındırdığına, burnuyla yarıp köpüklendirdiği suları ta adının hizalarına kadar çıkarttığına bir eski deniz salnamesindeki fotoğrafı şahadet eden vapur, orada, insanların yattığı büyük bir mezarlığa baka baka, insanların kaderine benzeyen bir kaderle, çürüyüp gidecek.
Defter burada bitiyordu. Yalnız birkaç sahife ötede okunmayacak kadar karışık ve fena bir yazıyle şu satırlar vardı: “Zehrayı gördüm. Büyümüş hemen hemen bir genç kız olmuş. Dört seneden beri görmemiş olmama rağmen o kadar çocuğun içinde derhal bulup çıkardım.
Cahit Sıtkı ve Otuz Beş Yaş, birbirine karışmış iki ad… Birini anınca, ötekini hatırlamamak olanaksız. Bu kitap günümüz edebiyatının en çok tutulan, en çok sevilen yapıtlarından biri oldu.
Bu lirik ve titrek nağmeler, sadece yüreğimizi bir müzik tadiyle ısıtarak, okşayarak tatlı tatlı titretmekle kalmıyor; bizi âdeta, kendi dar kabuğumuzdan taşıran bir zevk ve heyecanla büyüleyerek türkülerden örülmüş renkli, sihirli bir âleme götürüyor..
Bir kabahat işliyormuş gibi çabuk ve sinirli hareketlerle çantasını tekrar açtı, biraz evvel aldığı bir buçuk lira yevmiye ile dünden kalan yirmi otuz kuruş parayı kızın avucuna sıkıştırdı. Sonra hiç arkasına bakmadan, yanı başında sessizce yürüyen garsonla beraber, çamurlu yollardan geriye, kendisini bekleyen han odasına döndü.
Trenimizin kıvrıla dolana ilerlediği vadiyi ve iki yanından yükselen sırtları yamaçları örten ağaçların, çalıların yeşilliği, bir gün önceki bozkırlar gibi değil, değişikti. Bu benim görmediğim, bilmediğim bir başka güzellikti.
"Keloğlan'ın zekası, mehareti, başarıları, aşağı bir toplum katından geldiğini, çirkinliğini, hatta kelliğini bile unutturur. Masalları dinleyenlere sevimli ve cana yakın göründüğü kadar, padişahın kızına bile sonunda kendini sevdirecektir."
“Bakın, kenevirden ip, urgan örüyorlar. Önce çok ince kenevir liflerini alıp ince ipler büküyorlar. Bunların birkaçını birlikte büküp kalın ip yapıyorlar. Birkaç kalın ipi de bükerek büyük gemilerinin bağlandığı urganları meydana getiriyorlar. Bizim işimiz de buna benzer. Aydınların dağınık güçlerini bir araya toplayarak, iki milyonluk milletimiz