Preloader image
İÇİNDEKİLER

Bakkal Nuri: Bu Seferlik Benden Olsun!

Ali Köse
ali köse

Bakkal Nuri: Bu Seferlik Benden Olsun!

‘’Gözleri yüzüne göre daha büyüktü. Burnu yüzünde durmuyor aşağı doğru sarkıyordu. Ucu neredeyse yere değiyordu. Tutacaktım ama o kadar yağlıydı ki iğrendim. Derisi yaşlılıktan buruşmuştu. Bütün damarları dışarıda gibiydi. Bana bir şey yapmasına izin vermeden kaçtım oradan.’’

 

Çocuklar Serhat’ın anlattıklarından çok etkilendiler. Kimisi ağzını şaşkınlıktan açmış, kimisi yerde bulduğu bir otu çiğnemekte, kimisi de çatık kaşlarıyla Serhat’ı izlemekteydi. Serhat kafasını sallıyordu: ‘’Ben dedim, bu adamdan uzak durmak lazım. Boşuna mı anamız babamız oraya gitmeyin diyor?’’ Ahmet’in ensesine bir şaplak attı. ‘’Öyle değil mi lan!’’ Diğer çocukların şaşkınlığı bu şaplak sesi ile uçup gitti. Yerini küçümseyici kahkahalara bıraktı.

 

Diğer çocuklara oranla daha sessiz, çekingen gözüken Ahmet, Serhat’a öfkeyle bakıyordu şimdi. Serhat aralarında en büyüğüydü, on bir yaşındaydı. Bıyıkları hafiften belermeye başlamıştı. Ahmet ise en küçükleriydi. Sekiz yaşındaydı. Bu yüzden ses çıkarsa bile diğer çocukların önünde Serhat’ın onu daha da ezeceğini düşünüyordu. Onlar karşısında ezik düşmemenin başka bir yolunu arıyordu. Dün annesinin dizinde yattığını, annesinin söylediklerini anımsadı. Bakkal Nuri hakkında sorular soruyordu.

‘’Anne o amca ne yapıyor orada?’’

‘’Sen sakın yaklaşma aman ha! Baban kemiklerini kırar.’’ Anne, eşinden duyduğu kadarıyla şehirden gelen bu adamın açtığı yere Bakkal deniyordu. Burada; yumurta, süt, peynir gibi şeyler satılıyordu. Anne, tavuğunu, sarıkızı, çiftçilik yapan eşini düşündü. Korktu. Zaten her şeyleri vardı ne diye elin getirdiğine para dökeceklerdi? Bir de buraya para mı yedireceklerdi? Bunun adı soygundu! Bu yüzden oğlunu iyice tembihledi, onun gözünü korkuttu. ‘’Eğer gidersen bak, seni yakalar, dükkânda satar. Seni alacak paramız da olmaz. Başkasına gidersin.’’ Ahmet bu lafı duyunca annesinin şalvarına sıkıca yapıştı. Annesi oğlunun bu devinimini, onun saçlarını okşayarak ödüllendirdi.

 

Kafasını geriye atıp rahatladı Ahmet. Deminki öfkeli bakışları gitti, yerine baygın bakışlı, rahatlamış bir çocuk geldi. Serhat: ‘’Ne gülüyorsun ulan!’’ diye çıkıştı. Ahmet: ‘’Senin korkmana tabii. Ben içeride ne olduğunu biliyorum. Boşuna burada bize sıkma!’’ Bunları söylerken ne dediğinden kendisi bile kuşku duyuyordu ama söylemişti bir kere, dönüşü yoktu. Diğer çocuklar meraklı bakışlarla dinliyordu konuşmayı. Serhat ise kendinden emin: ‘’Yürü git be! Madem biliyorsun say bakalım.’’ Hepsi Ahmet’e bakıyordu. Bir şey söylemek zorundaydı. Yutkundu: ‘’Süt…Yumurta…Peynir…’’ Serhat tuttu Ahmet’in omzundan, eliyle bakkalı işaret etti: ‘’Bak. Şurada renkli kutular var. O kutunun içindekini söyle. Sadece onu.’’ Ahmet bir kez daha yutkunmaya çalıştı. Gözlerini korkuyla Bakkal Nuri’nin dükkanına yöneltti. Diğerlerinin bakışı onu çok rahatsız ediyordu. Suratı sarardı korkudan. Tüyleri diken diken oldu. Güçlükle: ‘’Bilmiyorum’’ sözcüğünü itebilmişti ağzından dışarıya. Serhat tuttuğu omzu ittirdi. Ahmet devrildi. Çocukların gülüşmeleri köyde birkaç tur attıktan sonra Ahmet’in kafasına bir balyoz gibi indi.

 

Kalktı ayağa. Göğsünü şişirmiş, bir horoz gibi diklenmişti hepsine, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu, kızgınlığı yüzünden okunuyordu. Bağırarak konuştu: ‘’Bilmiyorum!’’ Sonra sesini hafif azaltarak: ‘’Ama öğrenirim!’’ Serhat bir kahkaha püskürttü. Diğerleri de ayak uydurdu. Dikleştirdiği omuzları ve kabarttığı göğsüyle onları yarıp sağlam adımlarla bakkala doğru yürüdü.

 

İlerledikçe, çocuklardan uzaklaştıkça, omuzları düşmeye, göğsü eski biçimine gelmeye, kızgınlığı korkuya dönüşmeye başladı. Demin attığı sağlam adımları küçüldü, ufaldı, hatta toprak yolda iz bile bırakamaz duruma geldi. Küçücük derme çatma dükkân annesinin anlattığı halk anlatılarındaki gibi kocaman bir ine dönüştü gözünde. Karanlık, soğuk ve nemli.

 

Dükkânın önünde durdu Ahmet. Önce kafasını uzattı içeriye, ürkek bir biçimde. Kimse görünmüyordu. İçeride bir canlılık belirtisi de yoktu. Kimsenin olmayışı ona cesaret verdi ve bir adım attı. Biraz bekledi ilkin. Sağına soluna bakındı. Yine bir ses duymadı, Bakkal Nuri denen o adamı görmedi. Diğer adımını da attı. Artık bakkalın içindeydi.

 

Kendisi, ona göre kocaman olan bakkalın içinde bir nokta gibi duruyordu. Ormanda ağaçlara nasıl bakarsa, bakkalın içinde bulunan ürünlere de öyle bakıyordu. Çokça ürün vardı içeride. Hangisine bakacağını şaşırdı. Annesinin söylediği yumurtalar saman çöplerinin üstünde tepeleme duruyordu. Peynirleri göremediyse de sütün, kenarda duran kazanın içinde olduğunu kestirebiliyordu. Çivi gibi çakılmıştı bakkalın girişine. Hiç hareket etmeden, yalnız çevresine bakınıyordu. Sonunda bakışları camın önünde duran renkli kutulara yöneldi. İnce uzun ve ağız sulandırıcı görünen bu şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Kahverengi bir resim vardı üzerinde. Onun bu renkliliği Ahmet’i kendisine doğru çekti. Sonunda kıpırdayabildi. Kutulara usulca yanaştı. Dilini ağzının sağ kenarına yerleştirip elini yavaşça kutunun içine uzattı. Kalbinin çok hızlı çarptığını duyumsadı. Eliyle kavradı kutunun içindekini. Bir el eline uzanıp aldı paketi elinden. Ahmet korkuyla başını elin iyesine doğru çevirdi. Karşısında içten bakışlarıyla koca iki göz, bir nefes alışıyla bakkaldaki bütün kokuları içine çeken, nefesini verince dükkânda serinlik yaratan koca bir burun ve ince dudakların arasına mermer gibi dizilmiş dişlerden koca bir gülümseyiş buldu. Bu gülümsemeye kendisi de ürkek bir gülümseme ile yanıt verdi. Bakkal Nuri başını eğip, yüzünü Ahmet’in yüzüne yaklaştırıp: ‘’Çikolata alacak paran var mı?’’ diye sordu. Ahmet, Nuri’nin yüzünü o kadar yakın buldu ki kendisini aşağı doğru eğmek durumunda kaldı. Sol kolunu göğsüne yapıştırıp, elini yumruk yaptı ve kafasını hayır anlamında sağa sola doğru salladı. Nuri: ‘’Bu seferlik benden olsun’’ dedi. Sesi öyle yumuşaktı ki Ahmet’i bir bulut gibi sarıp bakkalın dışına taşıdı. Bir anlık sarhoşluğundan kurtulan Ahmet kendisinin bakkalın dışında olduğunu kavrayınca koşarak çocukların yanına gitti.

 

Çocuklar Serhat öncülüğünde, demin üstüne oturdukları yüksekçe taşın arkasına saklanmışlardı. Boy sırasına göre önde Serhat arkada diğerleri, Ahmet’e bakıyorlardı. Ahmet elinde çikolata ile gelip çocukların önünde durdu. Göğsü yeniden kabarmıştı. Gözlerini kısmış hepsinin gözlerinin içine tek tek bakıyordu. Serhat bir bakkala bir Ahmet’ bakarak yavaşça yerinden çıktı. Ardından diğer çocuklarda çıktılar ve Ahmet’in karşısına hilal biçiminde dizildiler. Arayış içindeki bakışlar, Ahmet’in üzerinde geziniyordu. Serhat ağzı açık, gözleri şaşkın Ahmet’in elinde bulunan şeye bakıyordu. Öğrendiği kadarıyla yazıyı okudu: ‘’Çokilato’’. Ahmet gülümsedi ve düzeltti: ‘’Çikolata’’ Kaşlarını kaldıran Serhat, çikolatayı almak için elini uzattı. Ahmet geri çekildi: ‘’Bakkal kocamandı. Neredeyse kayboluyordum. Arkamı dönmemle Nuri’yi karşımda görmem bir oldu. Dişlerini gördüm. Köpek dişleri gibiydi, bizim mandaların ağzından salya nasıl akarsa onunda dişlerinden salyası öyle akıyordu.’’ Eliyle alnındaki teri silip çocuklara uzattı: ‘’Aha bakın inanmıyorsanız!’’ Çocuklar şaşkınlıklarını ve korkularını ifade eden belli belirsiz sesler çıkardılar. Ahmet anlatmaya devam etti: ‘’Sonra kocaman ellerini üzerime doğru uzattı ‘Seni de satacağım! Gel buraya!’ diye üzerime yürüdü. Ayağımla tekmeyi bir koydum, anında yere yığıldı. Hemen kutulardan birini kucağıma aldım. Arkama bakacak oldum, yere düşmüş bana bakıyordu. Ağlıyordu. Acıdım. Sadece bir tanesini alıp çıktım.’’ Çocukların ağzı şaşkınlıktan o kadar açılmıştı ki birisinin çenesi yere değiyordu. İçlerinden birisi o kadar korkmuştu ki bacaklarının arasında bulunan ıslaklık herkesçe görünüyordu. Ahmet gözlerini kapattı ve adını daha demin öğrendiği bu şeyi ağzında gezdirmeye başladı. Sanki ayrı bir dünyaya gidip geldi.

 

‘’Hadi çocuklar gidiyoruz!’’ dedi, eliyle gidecekleri yönü belirterek. Şimdi Ahmet önde, diğer çocuklar arkada, köyün tozlu yollarında geziniyorlardı. Elinde tuttuğu çikolatanın ona verdiği gücü duyumsuyordu. Bir yerde durdu. Eliyle çikolatadan kalanları bölüp diğerlerine dağıttı. Parmaklarına bulaşan çikolataları yalayıp, ıslaklığını giysisine sildi. Herkes kendinden geçmiş bir biçimde çikolatayı yerken, Ahmet çikolatanın paketini kimse görmeden donuna sokuşturdu. Bu paketi hep saklayacaktı. Artık çocuklar arasında bir tek onun sözü geçiyordu.

Ali Mansur Köse

alimansur.kose@edekitap.com
Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız